Bir tabak yemek, sadece karın doyurmaz; kimi zaman bir anıyı canlandırır, kimi zaman geçmişe açılan bir kapı olur. Bir kaşıkla başlayan yolculuk, bizi anne mutfağının sıcaklığına, uzak bir coğrafyanın baharatlarına ya da yıllar önce gittiğimiz o küçük sahil kasabasındaki balıkçıya götürebilir. Her yemeğin bir hikâyesi var mıdır sorusu, aslında kendimize sormamız gereken bir başka sorunun kapısını aralar: Biz yemeği sadece yemek için mi yeriz, yoksa yaşadıklarımızı onunla mı anlatırız?
Bir menemen düşünelim. Domates, biber, yumurta. Bu kadar basit. Ama kimi için sabahları babasıyla yapılan kahvaltıdır; kimi için yurtta geçen ilk öğrencilik günlerinin ekonomik ama doyurucu seçimi. Aynı yemek, farklı insanlarda bambaşka anlamlara gelir. Yani tarif aynı olsa da, hissettirdikleri farklıdır. İşte bu fark, yemeği yalnızca bir besin olmaktan çıkarır ve hikâyesi olan bir şeye dönüştürür.
Bazı yemekler bir toplumun belleğini taşır. Mesela kuru fasulye, yalnızca bir baklagil yemeği değildir. Anadolu’nun sofrasıdır, imecenin hatırasıdır, köy sobasının başında pişen, dumanı üstünde bir hatıradır. Bazı tatlar ise göçle, ayrılıkla, hasretle yoğrulmuştur. Dolma gibi. Her milletten insanın bir “dolma”sı vardır. İçine ne koyduğun değil, hangi duygu ile sardığındır önemli olan.
Modern dünyada da yemekle kurduğumuz bu duygusal bağ devam ediyor. Sosyal medyada paylaşılan tabaklar, tariflerin altına düşülen yorumlar, bir yemeği kiminle, nerede ve nasıl yediğimizi anlatıyor. Belki de günümüzde yemek, sadece geçmişimizi değil, kim olmak istediğimizi de anlatan bir dile dönüştü. Sokak yemeğiyle kurulan ilişki ise daha samimi, daha içten bir hikâyeye sahip olabilir.
Elbette her yemek aynı derecede anlam yüklü değildir. Bazen sadece acıktığımız için yeriz, bazen vakitsizlikten, bazen alışkanlıktan. Ama yemeğin etrafında şekillenen anlar, ortamlar, sohbetler, paylaşımlar. Hepsi o yemeği hatırlanır, özel ve anlatılabilir bir hale getirir. Belki de mesele, her yemeğin içinde bir hikâye olup olmaması değil, bizim o yemeğe ne kadar hikâye yüklediğimizdir.
Çünkü bazen bir çorbanın kokusu, bir kasabın penceresinden sarkan sucuklar, ya da çocukken gizlice yediğimiz çikolatalar; yıllar sonra bile bizi duygulandırabilir. O anları sadece hatırlamakla kalmayız, başkalarına da anlatmak isteriz. Böylece yemeğin hikâyesi, bizimle birlikte çoğalır, aktarılır, yaşar.
Her yemeğin bir hikâyesi var mı? Belki evet, belki hayır. Ama şurası kesin: Biz insanlar, yemekle anlatırız kendimizi. Hikâyemizi bir tabağa sığdırır, o tabağı paylaşırız.
Expersito Yönetimi